BİRLEŞİK DÜNYA DEVLETİ
“Yeni bir Çağın Manifestosu”
İnsanlık olarak hırsların, yalanların, entrikaların, hayasızlıkların, acımasızlıkların altında ezildiğimiz ve vahşetin hüküm sürdüğü bir süreçten geçiyoruz. Nereye dönersek dönelim küresel şirketlerin güdümünde yürütülen savaşlar, dökülen masum kanları, soykırım ve göçler hakim. Gezegenimiz, belki de varoluşunun en çetin ve bir o kadar acımasız sömürüsüne sahne olurken ne Birleşmiş Milletler ne Avrupa Birliği ne de NATO, hiçbiri bu kaosun, akan bu kanın önüne geçmemekte, çünkü hiçbiri bunun önüne geçebilecek asıl unsur olan insanı merkez almamaktadır, hep sistemleri merkez almaktadır. Küresel sermayenin öncülük ettiği bu sistemler ise daha çok güçlenmenin, daha çok sömürmenin ve de daha çok savaşmanın peşindedir. Bu ise dünyamızı gitgide daha da büyüyen bir çıkmazın içerisine sürüklemektedir.
Bugün, globalden küçülmeye doğru insan ırkını parçalayan unsurlarla karşı karşıyayız. Gerek Ortadoğu’da olsun gerek Afrika’da gerekse Balkanlar’da, her yerde savaş var. Başta Amerika gibi gelişmiş ülkelerde olmak üzere bugün dünyada kullanılan insan toplulukları var; hızlı kazandırılan, hızlı tükettirilen, televizyonla ya da sosyal medyayla uyutulan, fastfoodla şişirilen ve bu akan kana farkında olmadan ortak edilen bir insan topluluğu var. Arap yarımadasına bakıyoruz, insan ırkı belli zümrelerin, kral ve şeyhlerin elinde sömürülüyor, masumiyet ve güzellikler yok ediliyor. Afrika’ya bakıyoruz, açlık, sefalet ve katliamlar neredeyse bütün kıtayı etkisi altına almış durumda.
Oysa dünya artık akıl dönemine geçiyor. İnsanlığın, değil karnını nasıl doyuracağının derdine düşmek, geleceği nasıl tasarlaması gerektiğinin peşine düşmesi gerektiği bir çağa giriyoruz. Buna rağmen emperyalist ve de kapitalist sistemler geliyor ve dünyayı daha fazla sömürebilmek için iş birliği içerisinde oldukları devletlerle dünyayı şirketlerin emrinde vahşice bölüyor, insanları birbirine düşman gösterip ırk, din ve inanç ekseninde ayrılmalara sebep oluyor. Bugün devlet başkanları güçlerini birbirine gösterirken dahi diğer ülkeleri sahip oldukları silahlarla yok etmekle tehdit ediyorlar. Böyle bir tehdit ve tehlike ile karşı karşıya insanlık.
Artık bu dönem bitti. Artık insanlık, uzayın derinliklerine seyahat edeceği, kendi sınırlarını aşacağı ve potansiyelinin en yüksek noktasına erişeceği bir sürecin içerisine giriyor. Artık insanlığın ayrımlardan arınarak birlik içinde olmasının, kendi yaşamını korumasının ve dünyanın farklı bölgelerinde sırf kendi zenginliklerini arttırmak için doğaya zarar veren, ozon tabakasını delen, katliamlar yapan yaşam zararlısı kemirgenleri vücudundan söküp atmasının zamanı gelmiştir. Artık insanlık birleşmelidir. Bunun için de bugüne kadar yanlış noktalarda kullandığı doyumsuzluğunu, mal, mülk ve hırsları uğruna insanlığı katlettiği, masumları öldürdüğü, doğayı, hayvanları, yeraltı kaynaklarını yok ettiği ama bir türlü tatmin edemediği bu duygusunu farklı yollardan tatmin etmenin peşine düşmelidir.
Evet, insanoğlu olarak hepimiz doyumsuzuz ve artık yok etmek üzerine olan bu doyumsuzluğumuz miadını doldurdu. İnsanlık artık çığlık atıyor; Yeter! diyor. Peki biz bu doyumsuzluğu ortadan kaldırabilir miyiz? Kaldıramayız, bu bir doyumsuzluktur ve ne yaparsak yapalım bu doyumsuzluk içimizde bir şekilde bizi kemirerek var olmaya devam edecektir. Biz ancak bu doyumsuzluğun şeklini değiştirebiliriz. Örneğin doyumsuzluğumuzu sevgi üzerine kurabiliriz. Bu doyumsuzluğumuzu savaşmak için değil, barışmak için kullanabiliriz. Yok etmek değil de var etmek üzere, doğayı canlandırmak, birbirimizle iyi ilişkiler kurmak, dürüst hareket etmek, doğru kazanç elde etmek için bir yarışın içerisine girebilir ve bu yönde birbirimizi teşvik edebiliriz. Böylece yok edemediğimiz ve negatif yönde kullandığımız bu doyumsuzluğu, dünyanın artık kaldıramadığı bu negatif yükü tamamen pozitife kanalize etmek yönünde kullanabiliriz.
İşte biz bunun yolunu ve yöntemini yeryüzünde etkin kılmak üzere bir hareket başlatıyoruz. Bizim bundan sonraki hedefimiz, bu doyumsuzluğumuzu nasıl daha iyi yönde kullanabileceğimizin formülünü hayata geçirmek olacak. Bizler insanlık olarak birleşmeden dünyamızı kasıp kavuran bu acımasızlığa son veremeyiz. Bu noktada neden birleşmemiz gerektiğini çok iyi anlamamız gerekiyor. Başka türlü içerisinde bulunduğumuz çıkmazdan kurtulmamız mümkün değildir.
Neden birleşmeliyiz?
Dünya aslında küresel sermayenin etkisi altındadır. Sadece yönetim şekli olarak küresel sermayenin belirlediği hükümetler ve sistemler tarafından bir araya gelmiş yapılardan meydana gelmiştir. Ancak bu oluşumların hiçbirisi dünyaya kayda değer bir katkı sağlayamamıştır. Örneğin Birleşmiş Milletler’in bugüne kadar herhangi bir savaşı durdurduğu veya bunlara engel olabildiği görülmemiştir. Diğer yandan askeri bir birlik olan NATO, kendi daimî üyesi olan ülkelere hizmet etmekten ve kararlarını küresel güçlerin hakim olduğu bu ülkelerin menfaatlerine göre şekillendirmekten başka bir şey yapmamaktadır; çünkü bu yapılar insanlığa değil, emperyalist ve de kapitalist güçlere ve onların kanlı emellerine hizmet etmektedir.
Bu durum sadece Birleşmiş Milletler veya NATO gibi uluslararası örgütlerin sorunu değildir. Aslında dünyadaki bütün yönetimler küresel güçlerin kontrolü altındadır ve bu güçler kontrolü altına aldıkları ülkelerde çoktan gizli devletler kurmuş durumdadır. Örneğin doları piyasaya sürmüşler, bütün dünya doları kullanmıştır. Çıkarlarına ters düştü mü borsaya müdahale etmişler, hükümetler devirmişler, yerine yeni hükümetler getirmişlerdir. İşlerine gelmeyen yönetimler olduğu vakit darbeler yapmışlar veya darbelere teşebbüs etmişlerdir. Bu durum kendi uyruklarından, kendi inanç veya bakış açılarından olmayan bütün devletlerde hep böyle devam etmiştir. Dolayısıyla bugün bir ülkenin başına geçme ve yönetme fikri koca bir yalandan ibarettir çünkü hangi iktidar başa geçerse geçsin ne askeriye ne adli birimler ne de diğer unsurlar ona bağlı olmayacağından, ülke yönetimi hiçbir zaman yüzde 100 oranında onun himayesi altına girmeyecektir; hep bu küresel güçlerin kontrolü altında yönetilmeye devam edecektir.
Bu noktada küresel sermaye odaklarının gerçek amaçlarını anlayabilmemiz için tarihe geri dönüp bakmamız gerekiyor. Küresel sermaye odakları dediğimiz yapı, aslında bir piramidin tepe noktasını oluşturan şirket baronlarının başı çektiği ve uluslararası politikalara yön veren kapitalist ve de emperyalist bir oluşumdur. Bu oluşumun birleşerek dünyada etkin bir güce dönüşme serüveni ise bundan 100 yıl öncesine, 1919 ocağında düzenlenen Paris Barış Konferans’ına dayanmaktadır. Her ne kadar bu konferans Birinci Dünya Savaşı’na katılan taraf devletler arasında düzenlenen bir barış konferansı olma özelliğine sahip olsa da, bu konferansta bir araya gelenler, artık dünyayı küresel firmaların yönetmesi gerektiğine kanaat getirdiler ve bu amaçla, 21 Temmuz 1921 tarihinde New York’ta, Dış ilişkiler Konseyi (CFR) adı altında bir örgüt kurdular. 1927 yılında büyüme sürecine giren örgüt, günümüze kadar gelen yüz yıllık süreç içerisinde, sermayesini kapalı kapılar ardında fitilini yaktığı savaşlardan, bu savaşlarda kullanılmak üzere ürettirdiği silah ve mühimmattan, dolayısıyla da kaba yaratımlar sonucu dökülen masum kanından elde etti. Fosil yakıtlar ve buna bağlı endüstriler, uyuşturucu, silah ve ilaç sermayesi de bu örgütün uzun vadeli kazançları arasında yer aldı. Öte yandan, Ortadoğu’yu kasıp kavuran sözde demokrasi savaşlarının mimarı da hep bu örgütün şemsiyesi altında birleşen şirket baronları ve onların güdümündeki devletler oldu.
İşte bugün bu oluşum dünyada bir savaş çıkartmak istiyor. Bunun için devasa silahlar ürettiler; kimyasal silahlar. Bu silahlarla iki şeyi hedefliyorlar. Birincisi, insan ırkını azaltmak; ikincisi, insan ırkını azaltırken küresel firmalarını güçlendirmek. Çünkü silah ve ilaç sattıkça para kazanacak ve böylece bu şirketler şimdiki hallerinden elli, yüz, hatta bin katı daha güçlenmiş olacaklar. Bu sayede insan ırkını zayıflatacak ve kaba sömürü yöntemlerinden elde ettikleri sermayeyle teknolojik, psikolojik, sosyolojik ve interaktif süreçler içerisinde onu sömürecekleri bir alan içerisine sokacaklar. Bunun için de hedefleri dünyayı bölebildikleri kadar ülkeye bölmek. Neden mi? Çünkü her bölünme savaşı getirecek ki bu da küresel sermaye için devasa bir kazanç anlamına geliyor. Örneğin network ağından kazanacaklar. Sonra yeni silahlar üretecek ve bundan yine para kazanacaklar. Orayı inşa ederken de oranın teknik alt yapısını kurarken de yine para kazanacaklar. Yani hem insan sayısını düşürecek hem de ülkeler bölündükçe para kazanmaya devam edecekler.
Yeni Dünya Düzeni baronları, şimdilik dünyayı istedikleri gibi kontrol altına alamamış durumdalar çünkü dünya halkları halen bir birliktelik içerisinde. Yeterince bölünme sağlanamadığı için de sistemlerinde duraksamaya ve bölünmeye yol açan bir mekanizma var karşılarında. İşte bu mekanizmayı ortadan kaldırmanın peşindeler. Bunu yaparken de çok şiddetli bir sömürü politikası uygulayacaklar. Mesela sadece Ortadoğu’da yüzlerce farklı devletin ve yaşam modelinin olduğu yeni bir dünya kuracaklar ve bu küçük devletleri birbirleri için her an bir tehditmiş gibi göstererek kendilerine tamamen muhtaç hale getirecekler. Mezhep devletleri kuracaklar örneğin, sonra onları da kontrol altına alabilmek için terör devletleri kuracaklar. Bunu yaparken de bütün bu ülkelerin iç yapılarında farklılık adına ne varsa bunları kullanacaklar; “Dil, inanç, kültür özgürlükleri; geçmiş, aidiyet ve ırk özgürlükleri” diyecekler; “Dünyaya demokrasi ve özgürlük getiriyoruz!” adı altında bu bölünmeyi ve parçalanmayı sağlayacaklar ve her parçalanma milyonlarca insanın ölümüne yol açacak. Yetmiyorsa yeni yeni hastalıklar, adını sanını duymadığımız yeni virüsler türetip toplu ölümlere yol açacaklar. Böylece dünya nüfusunu kontrol altına alarak hem modern köleliklerini kabul ettirecekleri bir seçkin kölelik sistemi getirecek hem de paralarına para katacaklar; daha seçkin, daha üretken ve daha çalışkan bir modern köle güruhu oluşturarak.
Aslında bu elit zümrenin amacı Üçüncü Dünya Savaşı’nı çıkartmak. Ancak çıkartmak istedikleri bu savaş sadece bir Üçüncü Dünya Savaşı değil; dünyanın her bölgesinde bir dünya savaşı meydana getirmeyi, böylece tüm dünyada küçük küçük belki de bine yakın devlet kurmayı öngörüyorlar. Bu ise dünyayı çok daha rahat kontrol edebilecekleri anlamına geliyor ki bunu da ana firmalara para aktaran ve kendileri de kazanan yerel firmalar aracılığıyla yapmayı planlıyorlar.
Tabi bu onların planı. Bu; bütün dünyanın zengin bir elit tabakanın emrine girmesi gerektiğini düşünecek kadar insanı zavallı gören ama asıl zavallı kendileri olan bir güruhun hayali. Bu; dünyayı yönetmek için kan, barut ve eroinden beslenen, insan organlarından kazanç elde edecek kadar kendilerini alçaltan basit bir zümrenin hayali. İşte bu basit zümre daha çok kazanmak için her yolu deneyecek. Ama biz onları durdurabiliriz. Biz, bize dayatılan bu insansız sistemlerin hepsini yıkabiliriz. Bu güç de, dirayet de, bağımsız ruh da insan ırkının mayasında var. Düşünsenize, bugün bu elit zümrenin elindeki kaynaklar halkların elinde olsa insanlar çok daha mutlu, huzurlu ve barışçıl bir şekilde yaşayabilir, dünyayı çok daha güzelleştirebilirlerdi. Ama şu anda kimse bunu yapamıyor çünkü kaynaklar bir azınlığın elinde. Ve bu azınlık hepimizin ortak kullanımı için yeryüzüne serpiştirilmiş olan kaynakları birer silaha dönüştürerek onu kendi ırkına, yani bizlere doğrultmuş durumda.
O yüzden bu sadece birimizin sorunum değil, bu hepimizin sorunudur. Bu, Amerika’da yaşayan vatandaşın da sorunudur, Çin hükümetine bağlı vatandaşın da sorunudur, bir Müslümanın da, bir Hristiyanın da, bir Yahudinin de, bir Budistin de, bir ateistin de sorunudur. Bu, bütün ırkların, inanç ve kültürlerin, bütün tabiatın ve canlıların ortak sorunudur, bunların hepsinin meselesidir.
Biz artık zeki olmak zorundayız çünkü bizler insanız. Onların amacı Yeni Dünya Düzeni dedikleri tek elden yönetilen küresel bir yapı kurmak ve bu uğurda tarihte eşi-benzeri görülmemiş bir savaşa öncülük etmek. En nihayetinde bu savaş çıktığında, canımızı ve malımızı ortaya koyduğumuz bu sistemin en karlısı yine dünyayı sömüren bu küresel güçler olacak. Savaşsak da, sözüm ona bu savaşı inancımız adına sürdürsek de bu düzen değişmediği sürece gene güçlenen bu sistemler olacak.
Onun için bizlerin dünyadaki bu küresel güçlerin yapısını bozmamız şart. Bu sistemler bütün insanlığa zulümdür, bu zulmü kaldırmak da bizim boynumuzun borcu. O yüzden insanlığın bir an evvel birleşmesi ve bütünleşmesi gerek. Bütünleşirsek bu sistemleri yıkarız. Bütünleşirsek o atom, helyum ve misket bombalarını etkisizleştiririz. Çünkü en büyük güç biziz. Biz istersek bütün o sistemleri yıkar geçeriz! Bunu yapmamızın tek yolu, insanlık olarak omuz omuza vererek tüketim alanlarını kendimizin geliştireceği, onların kurduğu ve bizi köleleştirdiği sistemlerden bağımsız, kendi para birimi olan yepyeni bir dünya devleti kurmak ve bu devletin şemsiyesi altında dünyanın her yerinden bunun parçası olmak isteyen insanları birleştirmektir. Burada Birleşmiş Milletler, NATO veya benzeri bir yapıdan söz etmiyoruz. Birleşmiş Milletler bir devlet değil birleşmiş devletlerden meydana gelmiş bir yapıdır sadece ve sanaldır aslında. NATO; askeri birliklerden meydana gelmiş olan, ülkelerin askeri birliklerinin içerisine girmiş bir yapıdır. Ne NATO ne Birleşmiş Milletler ne de Avrupa Birliği, bunların hiçbirisi birer devlet değildir, birleşmiş ülke yönetimlerinden ve birleşmiş ülke ordularından meydana gelmiş yapılardır. Bizim bahsettiğimiz sistem insanla kurulan bir sistemdir. İnsanla kurulan bir sistem ise her zaman daha güçlüdür.
Ancak bunu sadece sınırları çizilmiş belli bir bölgede kurarsak bir adım ileriye gidemeyiz. Bu, bu dünyada defalarca denenmiş ve olmamıştır. Nitekim pek çok lider bir dünya devleti kurmak istemişse de hiçbirisi bu emelinde başarılı olamamıştır. Ne Büyük İskender, ne Atilla, ne Cengiz Han, ne Timur, ne Napolyon ne de bir başkası; hiçbirisi dünyayı tek bir devlet çatısı altında birleştirememiştir çünkü hepsi kendi doğmuş oldukları toprakları, inanç ve kültürleri dünyada egemen kılmaya, bunu da toprak elde ederek yapmaya çalışmışlardır. Oysaki dünya toprak elde ederek, kan dökerek hakimiyet kurulabilecek nitelikte bir yer değildir. Örneğin şu anda dünya üzerinde aktif olan üç farklı semavi din ve çeşitli inançlar vardır. Bütün bu inançları tek bir inanç altında toplama olasılığınız sıfırdır. Aynı şekilde bütün kültürleri tek bir kültürün altında toplama, bütün dilleri de tek bir dilin altında toplama olasılığınız sıfırdır. Bütün dünyanın bir ırkın sahip olduğu toprakların egemenliği altına girme olasılığı yine sıfırdır. Ancak toprağı, resmi bir dili, dini, ırkı veya mezhebi olmayan, dünyanın her yerinden ve her kesiminden vatandaşı olan, savaş için değil barış için hareket eden, insanlığı yeni bir çağa uyandıracak bir devlet kurulursa bütün insanlık ona akın eder. Ancak böylesine bir üst yapı savaşların önüne geçebilir.
Şu anda dünyadaki savaşların durmuyor olmasının tek sebebi insanlığın mantığında hala toprak algısı olmasındandır. Bu olduğu için de insanlığın hareket kabiliyeti ırk, bayrak ve inanç eksenli dar bir alana sıkışıp kalmıştır. Ama biz eğer toprağı, dolayısıyla da sınırları olmayan birleşik bir dünya devleti kurarsak ve bu devlet güçlenirse kimse artık toprak için savaşmaya ihtiyaç duymaz; herkesin amacı özgür, huzurlu ve güven içinde olmak olur. Böyle bir devlet de bütün insanlık için başka bir dünyanın mümkün olabildiğinin ispatı olur.
İşte biz bu amaç için yola çıktık. Biz; insanlığı kardeşçe birleştirecek, demir yumruğuyla bizleri sömüren bütün sistemlere dur diyecek, insanlığı ve varoluşu yüceltecek, gezegene saygılı, ilim ve bilim noktasında insanlığı yeni bir çağa taşıyacak, mutlu, huzurlu ve güvenli bir dünyanın hayaliyle yola çıktık ve bu hayalimizi gerçekleştirmek üzere resmi bir dili, dini, toprağı veya ırkı olmayan, dünyanın neresinde bir zulüm görse karşısında duran ve tek amacı insanı, doğayı ve hayvanları korumak olan Birleşik Dünya Devleti hareketini başlatıyoruz. Bu hareket; gazetecisi olsun, doktoru, mühendisi, öğretmeni, köylüsü, çiftçisi, işçisi, emeklisi veya öğrencisi olsun, dünyanın her yerinden, her renk, inanç, kültür ve yaşam biçiminden insanın bu dünyayı korumak için bir araya geldiği, birleştiği ve bu kadar kutsal bir amaç uğruna bütün kimliklerini bir tarafa bıraktığı küresel bir uyanış hareketidir. Bu oluşuma katılacak olanlar da adına global dediğimiz bu dünyada insanca yaşamak için mücadele veren ve doğruluğa inanan yüksek dereceli insanlardır. Yani daha nitelikli ve daha insancıl olan, dini, inancı, kültürel kimliği, etnik yapısı hiçbir zaman insanlığının önüne geçmemiş, bu noktada gerçekliğini tamamlamış bir insan topluluğudur. İşte böyle bir insan topluluğu güçlerini birleştirirse birçok şeyi değiştirebilir ve birçok alana yön verebilir.
Birleşik Dünya Devleti’nin dayanak noktası budur; dünyayı değiştirecek ve bütün insanlığı kardeşçe birleştirecek alternatif bir yapı oluşturmaktır. Bizim bu noktadaki amacımız devletlerin veya kültürlerin yok olması değil, bilakis kurtarılması ve birbirlerine düşman olmadan yaşamasını sağlayacak bir üst yapı oluşturmaktır. Öyle ki bugün Çin’de de bu yapı harekete geçtiği zaman bir şekilde oradaki insanların insanlık için mücadelesi, başka bir ülkedeki insanların da bu mücadeleye katılması için bir tetikleme yöntemi olacaktır. Şu ana kadar oluşturulan veya teşebbüs edilen oluşumların hiçbirinde bu gerçekleşmemiştir çünkü hepsi bir tarafı dışlayan, ötekileştiren nefret içerikli yapılar olmuştur, o nedenle de başarılı olamamıştır. Halbuki dünyada insanlık için, şefkat ve merhamet için, hayvan hakları, tabiat ve doğal kaynaklarımız için, insanca yaşamak için mücadele eden, mücadele edemese de erdemlice yaşamaya özen gösteren ama küresel güçlerce pasifize edilmiş pek çok insan vardır. Bu insanlar birleşirse bu devlet günden güne büyür ve devasa bir güç haline gelir. Biz eğer birleşir ve onların bizi sömürmek için kullandıkları tüm araç ve gereçleri; ideolojileri, silahları, eğitim ve yaşam biçimlerini, onların yorumladığı bizden de inanmamızı bekledikleri tarih formatını, sömürülerini meşrulaştırmak için kurdukları firmaları, kariyer ve finans kaynaklarını reddeder ve ellerinde bulundurdukları kaynakları doğru şekilde insanlığın eline geçirirsek bütün sistemi değiştirmiş oluruz. Çünkü onların kaynaklarını büyüten insan, onların ürettiklerini satın alan biziz. Ancak biz bu sömürü düzenine dur diyebiliriz!
Peki Birleşik Dünya Devleti nasıl olacak?
Birleşik Dünya Devleti (BDD) toprağı olmayan, her çeşit insanı kendi içinde barındıran, dil, din, ırk gözetmeksizin yeryüzündeki bütün insanların vatandaşı olabileceği, insanın insanı savunduğu savunucu ve koruyucu bir yapı olacak.
BDD’nin resmi bir dili, dini, ırkı veya inancı olmayacağı gibi dünyadaki bütün dillerin geçerli olacağı bir yapı olacak.
BDD’nin ilkeleri, amaçları ve bir anayasası olacak. İnsanı, doğayı ve hayvan haklarını savunacak ve ne pahasına olursa olsun bu üçünün yaşamını korumak için mücadele edecek. Hukukun üstünlüğünü ve adaleti savunacak, insan ve çevre sağlığına zararlı her şeyin karşısında duracak, dünyayı yaşanabilir hale getirecek ve kirliliğin önüne geçecek.
BDD kesin bir dille savaşlara karşı olacak ve barışı tesis etmek için mücadele edecek. Dünyanın neresinde bir zulüm görürse karşısında duracak, insanlığı birleştirecek. Dolayısıyla, statü ve kurallar herkes için eşit derecede geçerli olacak şekilde, dünyanın her yerinden insan, bundan böyle barışa, insan ırkının aklen, fikren ve vicdanen evirilmesine, adalete, eşitliğe ve dayanışmaya destek olmak ve bu amaç doğrultusunda ortak hareket etmek suretiyle bu devletin birer ferdi olabilecek.
BDD; din, dil, ırk üzerinden yaratılan baskı ve ayrışmaları ortadan kaldıracak. Kim hangi inancı tercih etmek isterse istesin veya hangi görüşü, kimliği benimsemiş olursa olsun kimse inancından, renginden, kimliği veya aidiyetinden ötürü farklı bir kategoriye koyulmayacak, bunu yapanlar tespit edilip sistemden uzaklaştırılacak.
Birleşik Dünya Devleti’ne katılan her kişi çifte vatandaş olacak. Kendi ülkesinin vatandaşlığının yanı sıra BDD vatandaşlığı da olacak ve bir pasaportu olacak. Bu sayede hangi ülkelerde BDD kabul edilmişse o ülkelere seyahat edebilecek.
Para sistemi
Birleşik Dünya Devleti’ne dünyanın dört bir yanından milyonlarca kişi katılır ve vatandaşı olursa bu devlet devasa bir güce dönüşür. Ama bu devletin bir para birimine ihtiyacı olacak, çünkü şu anda dünyada en etkin güç paradır.
Mesela bugün, var olan döviz kurlarına karşılık yeni bir araç geliştirilmiştir; “kripto” denilen dijital para. Bitcoin örneğinden de bildiğimiz gibi, uluslararası sermaye başlarda Bitcoin’u resmi bir para birimi olarak kabul etmemişse de Bitcoin’un her geçen gün daha çok değer kazanması ve bugün milyonlarca insanın yatırım yapmasıyla tanesinin 10 bin doların üstünde olmasıyla birlikte büyük devletlerin çoğu onu resmen kabul etmek zorunda kalmışlardır. Burada tek bir gün içerisinde 1500 dolar değer kazanabilen dijital bir değerden bahsediyoruz. Oysaki Bitcoin nedir? Dijital bir paradır. Ama her geçen gün daha çok talep görerek değer kazandığı için birçok ülke onu kabul etmek zorunda kalmıştır.
İşte bizim kuracağımız Birleşik Dünya Devleti’nde, kendi vatandaşlarımızın öncelikli olarak kullanacağı, gitgide değer kazanan dijital bir para birimimiz olacak ve bu devletin bütün ticari faaliyetleri bu ortak para birimi üzerinden gerçekleştirilecek.
Bu süreçte; BDD vatandaşları ortak iş alanları kuracak. Örneğin ortak hisseli sanayiler, fabrikalar, medya ve basın kuruluşları, bankalar, dijital eğitim sistemleri, dijital üniversiteler kurulacak, Birleşik Dünya Devleti de bunun destekçisi olacak. Yani BDD bünyesinde kurulan her ama her şeyde –ister bir market olsun ister dev bir teknoloji fabrikası ister bir hastane isterse uzay araştırmaları merkezi olsun– hepsinde BDD vatandaşlarının hisseleri olacak. Dolayısıyla ortak iş alanlarıyla birlikte gelişen, ortak sanayileri, fabrika ve teknolojileri olan, reelde de elle tutulabilir yatırımları olan, sadece bir azınlığın değil, herkesin kazanacağı ortak bir devlet modeli olacak bu.
İnternet siteleri kurulacak mesela, herkes gidip oradan alışveriş yapacak. Ya da yeni bir market zinciri açılacak halk ortaklığıyla ve bu devletin bütün vatandaşları oradan indirimli alışveriş yapabilecekler. Aynı şekilde, BDD bünyesindeki fabrikalardan çıkan bir ürünün dünya piyasasına sürüldüğü her yerde, o ürün BDD vatandaşlarına indirimli olacak. Dolayısıyla kendi vatandaşlarımıza ciddi kolaylıklar sağlanmış olunacak.
BDD vatandaşlarının birliktelik sağlayarak kuracağı ortak hisseli tüm firmaların girişim ve anlaşmaları dijital platformdan sağlanacak ve her aşaması tüm BDD vatandaşları tarafından görünür olacak. Bu aşamada ortaklık koşullarına göre belirli bir hisse kotası belirlenecek (minimum ve maksimum değerlerde) ve o kotayı aşmamak suretiyle dileyen herkes istediği ölçüde o firmaya ortak olabilecek. Bu şekilde bir anda hiç olmayan bir firma, güncel tabirlerle milyonlarca dolarlık sermayesi olan bir firmaya dönüşebilecek.
İşte bu, global sermayenin, aynı zamanda da global aklın bütünleşmesi ve birleşmesidir. Ama bugün biri gelmiş ilaç fabrikası kurmuş, ilacımızı oradan almak zorundayız. Petrol fabrikası kurmuş, petrolümüzü oradan temin etmek zorundayız. Gıda fabrikası kurmuş, gıdamızı oradan karşılamak zorundayız. Biz bugün tek başımıza kalkıp gıda sektörüyle mücadele edecek noktada değiliz. Ama biz eğer 50, 100 veya 500 milyon insanla bir araya gelirsek buna karşı alternatif bir yapı kurabiliriz. Neden? Çünkü 300 milyon insan birer TL (ya da ülkesinin para birimine göre Dolar, Euro, Yen, Pound vs.) verse 300 milyon TL eder. Her kişi hissedar olduğu yerden alışveriş yaparsa, bu devlet bir yıl içerisinde milyarlarca dolarlık bir güce kavuşur. Çünkü kimse gidip başka bir yerden satın almaz, herkes kendi kurmuş olduğu şirketten satın alır. Kendi kurmuş olduğu firmadan alırsa da diğerlerinin sistemi gereken rağbeti görmediği için çöker. Bu böyledir. Sonuçta hiçbir sistem kendi kendine büyümüyor; geliyor ve bizi sömürüyor. Biz bu sömürünün içerisine bir set çekersek, bizden beslenemesin, bizi sömüremesin der ve sayımız artarsa, birkaç yıl içerisinde bütün bu sistemler çökmek zorunda kalır.
Bunun için bir toprağa, sorumluluğa veya mücadeleye gerek yok. Dünya artık teknolojinin içinde; cebimizde, elimizde, her yerde. Biz, reelde de bir karşılığı olan dijital firmalar kuracağız, bunun için de ihtiyaç duyduğumuz tek şey BDD vatandaşlarının katılımı olacak. Ve bunun da şartı, ortak kurulan şirketlerden yararlanmak ve bu ortak para birimini kullanmak olacak. Bunu yaptığımız taktirde Birleşik Dünya Devleti’nin para birimi az bir sürede dünyanın en değerli para birimi haline gelecektir.
Sayımız arttıkça güçleneceğiz
Herhangi bir araziyi kapsamayan, ortak olan, toprağa yatırım yapmadan zenginleşen, dijital marketleri, dijital iletişim araçları ve yatırımları olan, para kazandıkça güçlenen ve amacı barışı tesis etmek olan bir devleti herkes ister. İşte bu şekilde, zamanla vatandaş sayısı arttıkça sermayesi ve de etkisi devasa oranlarda büyüyecek bu devletin, onun için de yaptırım gücü artacak. Yeri geldiğinde savaş açmak isteyen ülkelere bildirge yayınlayacak, yaptırımlarını bu yönde kullanacak.
Örneğin şu anda Rusya’dan az sayıda kişi vatandaşlık başvurusunda bulundu diyelim. Beş yıl sonrasını düşünün, Birleşik Dünya Devleti’ne katılanların para da kazandıklarını düşünün, bu sayı yüzbinlere hatta milyonlara çıkacaktır. O zaman Rusya Devlet Başkan’ıyla oturup her türlü anlaşmayı yapabileceğiz. Aynı şekilde Amerika’da 3 milyon vatandaşımız veya müracaatta bulunan kişiler olduğu zaman, Amerikan hükümetiyle oturup istediğimiz anlaşmayı imzalayabileceğiz. İsterse diğer devletler onu kabul etmesin, bu devlet büyüye büyüye öyle bir noktaya gelecektir ki diğer tüm devletler onu kabul etmek zorunda kalacaktır; çünkü vatandaşlarının onayladığı her yapıyı devletler onaylamak zorundadır. Devletlerin varlık sebebi halklarıdır.
Birleşik Dünya Devleti büyüdükçe organize hareket kabiliyeti kazanabilecek niteliğe sahip olacak. Diyelim Amerika’da 3 milyon BDD vatandaşı var. Bir olay olduğunda hepsi haklarını savunmak için yürüyüş yapacak. Sonuçta bu bir dünya devleti olacağı için dünyanın her yerinden bir araya gelmiş vatandaşı olacak. Diyelim Filistinli 500 bin vatandaşı var; İsrail ya da başka bir ülke BDD vatandaşı olan Filistinli bir ferde zarar verdiğinde Birleşmiş Milletler’e başvurmayacağız. Bunun yerine kendi inisiyatifimizle uluslararası arenada her türlü yaptırımı uygulayacak ve bütün vatandaşlarımızı harekete geçirerek o vatandaşımızın hakkını koruyacağız. Ya da diyelim İngiltere BDD’nin Afrika’daki vatandaşlarına karşı bir uygulama yaptı. Bir bildiri yayınlayacağız mesela ve bir anda dünyanın her yerinde eşzamanlı protestolar başlayacak. Çok aktif bir şeyden bahsediyoruz burada, diğerleri gibi masa etrafında toplanılan, herkesin birbirinin cebine baktığı ve hiçbir sonucun çıkmadığı bir yapıdan değil; bizzat vatandaşların gelip müdahale edeceği bir yapıdan. Bu sayede hiçbir devlet BDD vatandaşlarına dilediği gibi zulüm edip haksızlık edemeyecek.
Serbest dolaşım hakkı
Dünya artık teknolojinin içerisinde. İnsanları artık bulunmuş oldukları sınırlar ilgilendirmiyor, herkes özgürlüklerinin derdinde. İşte bu devlet bu özgürlüklerin teminatı olacak. Biz bu dünyaya geldiğimiz süreç içerisinde istediğimiz yere gitme hakkına sahibiz. Bizim yeryüzünde özgürce hareket etmek için ne bir toprağa ne de resmi bir prosedüre ihtiyacımız olacak. Bunun için ihtiyaç duyacağımız tek şey vatandaş sayımızı arttırmak olacak. Yeterli sayıya ulaştığımızda ise, başta Avrupa ve Amerika olmak üzere, dünyanın birçok bölgesine vizesiz seyahat etme özgürlüğüne sahip olabileceğiz.
Adalet sistemi
Dileyen herkes bu devletin vatandaşı olabilecek. Nitekim teröristliğinden vazgeçtiği andan itibaren bir terörist bile BDD vatandaşlığına kabul edilebilecek. Ama o devletin kurallarının dışına çıktığı andan itibaren, mesela BDD vatandaşı olup da herhangi bir terör eylemine karıştığı andan itibaren vatandaşlıktan çıkartılacak ve bir daha Birleşik Dünya Devleti’ndeki hiçbir hakkından faydalanamayacak.
Birleşik Dünya Devleti’nde kimsenin dil, din, ırk, mezhep veya siyasi görüş gibi konuları bir örgütlenme, çatışma veya kutuplaştırma aracı olarak kullanmasına izin verilmeyecek. Kim bu yapının içerisinde barışa, kardeşliğe, dayanışma ve huzura aykırı hareket eder, insanların haklarını çiğner, doğaya ve gezegene zarar verici faaliyetlerde bulunursa, suçunun durumuna göre belirli bir süre BDD vatandaşlığından uzaklaştırılacak, ayrıldığı süreç içerisinde de hiçbir zaman o sistem içerisine giremeyecektir.
Aynı şey insanlığa, kadına, masumiyete, hayvanlara ve doğaya karşı işlenen bütün ağır suçlar için de geçerli olacak. Böyle bir durumda, suçun failleri, suçlarının ağırlığına göre 1 ila 20 yıl arasında vatandaşlıktan men edilecek ve bu süreç içerisinde Birleşik Dünya Devleti’ndeki bütün haklarından mahrum olacaktır.
Öte yandan, diyelim sistemde birinin hırsızlık yaptığı tespit edildi. Hırsızlık yaptığı malın değerinin iki katı hırsızlık yapan kişinin Birleşik Dünya Devleti’ndeki gelirinden kesilecek. Aynı şey dolandırıcılık suçları için de geçerli olacak.
Dolayısıyla bu devlette suç işlenemeyecek. Buna karşılık hapis cezası ve dolayısıyla hapishaneler de olmayacak. Sadece biri suç işlediği zaman Birleşik Dünya Devleti’ndeki bütün olanaklardan yoksun kalacak ki bu da ciddi manada caydırıcı bir unsur olacak.
Yönetim
Birleşik Dünya Devleti ile birlikte yönetim anlayışını beton duvarların ötesine taşıyor ve dijital bir sürece geçiyoruz. Bu süreçte, BDD’nin Dünya’nın her bölgesinde (Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avrupa, Kafkasya, Asya, Güney-Doğu Asya, Ortadoğu, Afrika, Pasifik vb.) ana meclise bağlı olarak çalışan meclisleri olacak ve bütün kararlar, dijital yönetim sistemine uygun olarak tercihe göre sabit yapılardan ziyade dijital meclislerde verilebilecek.
Birleşik Dünya Devleti’nin beş yılda bir başkanı seçilecek. Tıpkı şimdiki gibi vatandaş oylamaya girecek, web ortamı üzerinden şifresini girecek ve oyunu kullanacak. Bunun için adaylar olacak ve işi, uyruğu, yaşı, cinsiyeti veya inancı fark etmeksizin, BDD vatandaşı olan ve bölgesel meclislerden de seçilen herkes adaylığını ortaya koyabilecek.
Aynı şekilde BDD’nin bir başkan yardımcısı da olacak, bir hukuk sistemi, bakanları, milletvekilleri, sözcüleri, gazetecileri, elçilikleri de.
BDD’nin yönetim şekli şeffaf olacak ve her türlü usulsüzlük, kayırma veya istismar sistem içinde tespit edilebilecek. Dolayısıyla, BDD vatandaşlarının oylarıyla yönetime gelmiş olan hiç kimse, keyfi davranışlarla BDD yasalarına aykırı hareket edemeyecek. Bu doğrultuda, insan, doğa ve hayvan haklarına aykırı hareket eden, inanç, ırk veya ideoloji olgularını birer ayrıştırma ve/veya kayırma unsuru olarak kullanan, BDD ilkelerine ters düşecek faaliyetlerde bulunan veya farklı şekillerde görevini suiistimal eden herkes, görev derecesi ne olursa olsun tespit edilip sistemden uzaklaştırılacak ve BDD’deki haklarından mahrum bırakılacak. Dolayısıyla Birleşik Dünya Devleti’nin asıl ve gerçek idarecisi, BDD sisteminin kendisi olacak.
BDD’nin bir toprağı olmayacak ama belli bir aşamaya geldikten sonra onu tanıyan devletlerde her dönem bir ülkede başkentini kuracak. Mesela bir dönem başkenti İstanbul, bir dönem New York, bir dönem Sydney, bir dönem Kremlin vb. olacak. Kabul eden devletlerin hepsinde de elçilikleri olacak.
BDD’nin dijital bir istihbaratı olacak. Yani dijital ortamda bir istihbarat merkezi kuracağız ve bir tıkla bütün vatandaşlar oraya bilgi girişi yapabilecekler. Örneğin hangi devlet ne yapmaya çalışıyor? Hangi devlet nerede hangi ağacı kesmeye çalışıyor? Hangi devlet nereye müdahale ediyor? Hangi koyları yok ediyor, çevreye ne kadar zarar veriyor? Hangi devlet yanlış icraatlar içerisinde? Bunların hepsi görünür olacak ve bunu bütün dünya kamuoyuna yayacağız.
Savunma Sanayisi
Günümüzde, dünya genelinde resmi ve nükleer olmak üzere silah sanayisine harcanan yıllık toplam gider 1,7 trilyon dolara ulaşmış durumdadır. Gayrı-resmi giderlerle birlikte ise bu rakam daha da fazlalaşmaktadır. İşin en acı kısmı, onca masumun kanını dökmek, katliamlar yapmak, insanları yurtlarından edip yabancısı oldukları ülkelerde mülteciliğe zorlamak adına harcanan bu devasa giderin vatandaş olarak her birimizin cebinden çıkıyor olmasıdır. Yani bugün, dökülen her masumun kanında aslında bizlerin de payı var, çünkü bunu yapmaları için hükümetlere yetkiyi veren de, vergilerle bunun finansmanını sağlayan da bizleriz. Onun için bizim artık bu çarkı kırmamız şart. Ancak halihazırda var olan sistemin yöntemleriyle bunu başarmamız mümkün değil. Bizim “akıllı” çözümlere ihtiyacımız var. Biz eğer birleşir ve kendi ırkımızı öldürmek için harcanan bu devasa gideri insan yaşamını, canlı hayatı ve de gezegenimizi koruyacak savunma sistemleri geliştirmek ve bu yolla savaşların olmadığı yepyeni bir dünya inşa etmek için harcarsak dünyada açlık kalmaz, her yerde barış ve refah hakim olur.
İşte biz savunma alanında bunu amaçlıyoruz. Bunun için Birleşik Dünya Devleti olarak insan ırkını korumaya ve akan kanı durdurmaya yönelik gerçek anlamda “savunma” amaçlı teknolojiler geliştireceğiz. Bu amaçla, tehlike ve tehdit altındaki vatandaşlarımızı koruyabilmek için savunma amaçlı askeri bir gücümüz ve sadece savunma amaçlı bir savunma sanayimiz olacak. BDD bünyesinde kurulacak olan bu sanayi; her türlü silahı ve art niyetli icadı etkisiz kılacak savunma teknolojileri üzerinde çalışacak. Örneğin bir atom veya helyum bombası atıldığında, bombanın tahribatını engelleyecek savunma teknolojileri üzerinde çalışacak.
Aynı şekilde kurşunları ve mayınları etkisiz kılacak teknolojiler üzerinde çalışacak ve bunları sivil halkın kullanımına sunacak. Böylece BDD vatandaşı olan hiç kimse, dünyanın en ücra köşesinde bile yaşıyor olsa yalnız bırakılmayacak ve korunacak.
Dijital bir dünyaya doğru
Bizim için bilim; her şeyden önce insan sistemine uyarlanmış ve insan hayatını kolaylaştıran, doğayı ve tüm türleri koruyan bir bilimdir. Bu noktadaki bilimin gelişebilmesi için de dijitalin daha çok hakim olduğu bir sürece geçiş yapacağız. Bu dijitalleşmeyle beraber de sisteme yönelebilecek insan potansiyelini değerlendireceğimiz yeni iş alanları yaratacağız. Böylelikle yaratacağımız dijital alanlarda oluşturacağımız yeni iş sahalarının içerisinde daha interaktif bir çağa geçiş yaparken, bir taraftan da insanlığın daha rahat eğitim alabildiği, sosyal hizmetlerden faydalanabileceği veya iş takibi yapabileceği uluslararası dijital platformlar kuracağız. Böylelikle hem insanlığı enerjisini çok daha verimli kullanabileceği bir sürece taşımış olacak, hem de kaynak ve zaman israfının önüne geçmiş olacağız.
Sanat sektörü ve sosyal hayat
Birleşik Dünya Devleti’nde sinema ve sanat sektöründe evrim niteliğinde projeler hayata geçireceğiz. Bütün sanatları erişilebilir ve evrensel kılacağız. Örneğin, dijital bir tiyatro oyunu sergilendiğinde, dünyanın neresinde olursa olsunlar dileyen herkes o oyunu altyazılı olarak aynı anda izleyebilecek. Dolayısıyla sanatı da interaktif bir platforma taşıyacak ve teknolojileri buna göre geliştireceğiz.
Dolayısıyla artık devir interaktif ünlülerin, siyasetçilerin, doktor ve bilim insanlarının devri olacak ve her şey artık bu alanda cereyan edecek. Bu sayede sistem içerisindeki bütün insanlar iş bulabilecek. Örneğin psikolojik danışmanlıklar bile dijital bir sisteme transfer edilecek, böylelikle dijital danışmanlar eşliğinde düşük maliyete çok daha etkili bir hizmet sunmuş olacağız.
Tüm bu saydıklarımız, yapmayı öngördüğümüz yeniliklerden sadece birkaçıdır. Birleşik Dünya Devleti sadece bir devlet değil, insanlığı çok daha aydınlık bir çağa taşıyacak olan kapının dijital geçiş anahtarıdır. İnsanlık, insan aklının fıtratına aykırı, kaba bir cehaletin tezahürü olan zorbalıkla ve bunun bir yansıması olan kaba yaratımlarla gereğinden fazla bir süre meşgul olmuştur. Bizim artık evrenin de ötesini keşfedeceğimiz, aklımızın sınırlarını zorlayacağımız, yerçekimine meydan okuyacağımız, kendi potansiyelimizi keşfedeceğimiz bir sürece geçiş yapmamızın zamanı gelmiştir. Bunun için birleşmeli ve zorbaların bize dayattığı sahte ve sanal sisteme aklımızın, ruhumuzun ve vicdanımızın gücüyle meydan okumalıyız.
Eğer ki insanlık olarak gerçekten insanca yaşamak ve bu kıyımı durdurmak istiyorsak bu anlattığımızdan daha sorunsuz, daha barışçıl ve daha kolay hiçbir sistem henüz yeryüzünde önerilmemiştir. Biz eğer birleşir, onların ürettiklerini satın almaktan vazgeçer ve kendi üretimimiz olan kaynakları satın almaya başlarsak, kısa bir süre içerisinde onların kurduğu sistemin çok daha iyisini, hem de çok daha ekolojik, barışçıl, paylaşımcı ve üretkenini yeryüzünde kurmuş oluruz. Bunun için savaşmamıza gerek yok. Bunun için tek yapmamız gereken bu devletin bir ferdi olmak ve dilersek hepimizin ortağı olacağı ve tükettikçe kazanç elde edeceğimiz işletmelerde hisse sahibi olmak. Biz eğer insanlık olarak birleşirsek bu sistem hızla yayılacaktır. Kim bilir, belki bundan 20 ila 30 yıl sonra dünyanın yüzde 80 veya 90’ı bunun altında birleşecektir. O zaman hiç kimse istediği gibi at oynatamayacaktır. Çünkü bu devletin kurulum amacı barıştır ve hiçbir devlet, vatandaşları ona üye olduğu müddetçe buna karşı duramayacaktır.
Neden birleşik bir dünya devleti?
Biz burada yeni yüzyılın projesini anlatıyoruz. Yeni yüzyılda dünyanın nasıl olması gerektiğinin tohumunu atıyoruz. Biz dünyayı nasıl temizleyeceğiz? İşte böyle temizleyeceğiz. Zorlanacak mıyız? Elbette zorlanacağız. Birleşik Dünya Devleti demek, var olan bütün sistemlerin tahakküm ve güçlerini ortadan kaldırmak demektir. Birleşmiş Milletler ve NATO’nun amacını ortadan kaldırmak, Avrupa Birliğini etkisiz ve yetkisiz kılmak demektir. Savaş ve fitne konseylerini, insanları esir edip zehirlemek isteyen konseylere darbe vurmak, Yeni Dünya Düzeni baronlarına meydan okumak demektir. Elbette kolay olmayacak. Yeri gelecek belki çok umutsuzluğa düşeceğiz ama başka türlü olmayacak. Öyle veya böyle dünyada küresel bir devlet kuracaklar ve bunu da zenginlerin, güçlülerin eline verip insan ırkını tamamen köleleştirecekler. Bunun önüne geçebilmemiz için alternatif bir dünya devleti kurmamız şart. İnsanlık olarak böyle bir mecburiyetimiz, sorumluluğumuz ve de zorunluluğumuz var.
Biz eğer bunu kurmazsak dinlerimizi, dillerimizi ve yaşamlarımızı elimizden alacak ve bizi ruhlarımıza kadar sömürecekler. Biz eğer bunu inşa etmezsek bizi her alanda sömürdükleri, robotlaştırdıkları, insanlıktan uzaklaştırdıkları, her şeyinden faydalandıkları birer deney hayvanına dönüştürecekler. Zaten bizleri öyle görüyorlar. Onun için de insanın her şeyinden faydalandıkları bir alan yaratmak istiyorlar ve bu alanı da yapay zeka dedikleri makinalara, yani insandan daha üstün olduğuna inandıkları bir varlığın eline teslim edecekler. Tabi işin ironisi şu ki, eğer bunu gerçekten yaparlarsa ve o yapay zekalar gerçekten de zekilerse, insanların dünya için zararlı olduğunu algılayıp insanları yok edeceklerdir. Çünkü yeterince zekilerse insanın onlar için de tehdit oluşturduğunu anlayacaklardır.
Bizler insanız. Bizi yok etmek üzere yaratılan bütün sistemlerden daha güçlü varlıklarız çünkü hepsinin mimarı biziz. Artık içimizdeki yıkıcı gücü yok etmek yerine var etmek üzere kullanmak ve de yepyeni, barışın ve aklın hakim olduğu, ilmin ve bilimin parladığı erdemli bir dünya inşa etmek mecburiyetindeyiz. Biz eğer toprağı, inancı, kültürü ve resmi dili olmayan bir birliğin dünyadaki tüm ırk ve insanları bir arada tutma, tek bir yumruk gibi bizi köleleştirmeye çalışan bütün sistemleri yok etme noktasındaki panzehir olduğunu bilir ve ona göre hareket edersek, bize dayatılan bu kölelik sistemine evrensel birliğimizin gücüyle tek yürek olup dur dersek o zaman sadece kendimizi değil, masumiyet namına ne varsa bu gezegende hepsini korumuş ve yaşatmış oluruz. O yüzden doğruluktan yana olan ve insanım diyen herkes buna akın akın hizmet etmek zorundadır. Aksi halde dünya üzerindeki şefkat ve merhameti, insanlığı ve de insan ırkının masumiyetini bankerlere, finans şirketlerine, ekonomik güçlere teslim etmiş olacağız. Biz bunu yapmazsak insan ırkı kaybedecek.
Bütün mesele buna inanmak. Biz eğer insanlıkla bir olup bu oluşumun fikir ve dinamitlerini hep birlikte ateşlersek, dünyayı yöneten bu 800-1000 kişilik veya dar ölçekte 8 kişilik sistemi çökertiriz, hem de çok kısa bir süre içerisinde. Ama biz buna inanmazsak, bir emperyal güç var, kapitalizm var, savaşlardan beslenen ulus devletlerin menfaatleri var diyerek korkarsak, onların kurduğu bu sistem bizle beraber bütün dünyayı sömürmeye devam edecektir. Çünkü onlar bizim korkularımızdan besleniyor. Sonuçta hiçbir sistem kendi kendine büyümüyor, bizleri sömürerek varlığını sürdürüyor. Biz eğer bu sömürünün içerisine bir set çekersek çok kısa bir süre içerisinde, tek bir fiske dahi atmadan, aklımızla, zekamızla, inancımız ve itikadımızla, insan ırkına olan sevdamızla, tabiata ve hayvanlara olan düşkünlüğümüzle bunların sistemini allak bullak eder, bizim başımıza geçirmeye çalıştıkları çarşafları onların başına geçiririz. Aksi halde, insan ırkı olarak mutlak ve mutlak surette köleliğe, yok olmaya ve zulüm görmeye maruz kalmaya devam edeceğiz.
İnancımız bizi bağlar!
Var olan sistemlerin istediği hep şu olmuştur; dini veya etnik grupların oluşması, bunun karşısında milliyetçiliğin oluşması ve böylece dünyayı bölerek hunharca sömürmek. Bunun sonucunda da güçlenen yine onlar olmuştur. Hangi inançtan olanları istemiyorlarsa onları hedef almışlar, sonra da kitle imha silahlarıyla masumları katletmişlerdir; onları göçe zorlamışlar, organ ve insan kaçakçılığının hedefi haline getirmişlerdir. Bunu da inandıkları doğruları tüm dünyada hakim kılmak için yapmışlar ve inancı sömürgeciliklerinin paravanı haline getirmişlerdir.
Bugün bütün inançlar gerçekliklerinden uzaklaştırılmış ve bu yolla para kazanan, insanların ruhlarını sömüren, insan olma olgusundan uzaklaştırarak onları birbirine düşman eden birer kurumsal firmaya dönüştürülmüştür. Örneğin Hristiyanlık bugün bir firmadır; teşkilatlanmış bir yapıdır. Yahudilik keza öyledir; Yahudi halkının samimi inancını kullanarak kıyımlara yol açan, şiddetten beslenen ve bu yolla en çok da Yahudiliğe zarar vermekte olan, kurumsal bir yapıya dönüştürülen siyonizme teslim edilmeye çalışılmaktadır. İslam ise, İslam’la hiçbir alakası olmayan İŞİD ve benzeri örgütlerle kitleleri katleden, onları mezheplere bölerek ayrıştıran, cemaatlerle insanları ruhlarına kadar sömüren kaba bir yapıya dönüştürülmeye çalışılmaktadır. İşte tüm bunlar insanlığa karşı yapılmış bir ihanettir; inanç maskesi altında insanlığı sömürmektir! Herkesin inancı yalnızca kendisini ilgilendiren bir meseledir. Bir insana inancından ötürü zulmetmek, onu ötekileştirmek, hor görmek veya öldürmek ise bütün insanlığa karşı yapılmış bir zulüm ve bir insanlık suçudur.
İşte bu devlet bütün bu hastalıkların, katliamların, yanlış ideal ve ideolojilerin ve de bütün sistematik hataların panzehiri olacaktır. Bu devlet şu ana kadar insanlığın canına, malına, inancına ve haysiyetine kasteden bu bozuk düzenin karşısında duracak, bunları reddedecek, insan ırkının birliğini sağlayacaktır. Bizleri birer hayvan gibi gören ve kemirmeye çalışan bütün o hastalıkları insan ırkının vücudundan tek tek söküp atacaktır. Biz inanmazsak kimse inanmaz. Biz bugün bu hareketi başlatmazsak hiçbir zaman harekete geçemeyiz. Süreç başlamıştır. Bu sürecin içerisinde hükmünü sürdüren ulus devletlerden, emperyalist ve kapitalist sömürgenlerden korkmayacak, onların karşısında asla zaafa düşmeyeceğiz! Nihayetinde bu sistemlerin hepsi bizden besleniyor. Biz olduğumuz için onlar var. Gücümüzü tüketmelerine izin verdiğimiz, boyun büküp ses etmediğimiz, sinip de sustuğumuz için ayaktalar. Cahilliği tercih ettiğimiz ve bu yapıyı yıkıma hizmet eden bir sisteme dönüştürdüğümüz için bu kadar etkinler. Artık buna izin vermeyeceğiz. İnsan olduğumuzu hatırlayacak ve bu ahmakları tarih sahnesinin derinliklerine gömeceğiz!
Ya bir olacağız ya da birer köle!
Biz burada, bu zulmün karşısında duracak devasa bir güç olan bu devletin, Birleşik Dünya Devleti’nin temellerini atıyoruz. Bu yıkım ve acımasızlıkların, insan ırkına karşı başlatılmış olan savaşın kalkanını burada oluşturuyoruz. Korkmayacak ve asla yeise düşmeyeceğiz! Ancak birleşirsek bize dayatılan bu asi düzene dur diyebilir ve gezegenimizi kötülüğün elinden kurtarabiliriz. Ancak birleşirsek doğruluğu güçlendirebiliriz. Artık tarafsızlık zamanı bitmiştir. Herkes bir taraftır; ya doğrunun tarafındadır ya da yanlışın. Eğer doğruluğun tarafındaysa bu çağrıya sessiz kalmayacak, onu duyuracak ve bu mücadelenin bir neferi olarak bizimle yeni bir yolculuğa yelken açacaktır.
Doğruluğun taraftarı isterse on kişi olsun; bu hareket bir başladı mı çığ gibi büyüyecektir. Bu bir devrim hareketidir. Bu; inançlarımızı birer düşmanlık unsuru olarak görmekten vazgeçme, insafsızların insafsızca masumları katletme sistemine karşı dur deme hareketidir. Bu bir insan olma hareketidir; hayvanları, doğayı ve gezegeni koruma, bizi köle gibi kullanmaya çalışan parazitleri ayaklarımızın altında çiğneme hareketidir. Ya bizimle bu yolda yürüyecek ve bu meşalenin aydınlatıcıları olacaksınız ya da var olan sistemlerle gittikçe köleleşeceksiniz. Ya cehalete kurban olacağız ya da cehaleti ayaklarımızın altında çiğneyeceğiz. Ya insan gibi yaşayacağız ya da birer köle gibi.
Biliyoruz ki köleliğe boyun eğmeyenler, bu zulme meydan okuyanlar birleşirlerse bu sisteme dur diyeceklerdir. Ve emin olun ki yeneceklerdir! Bugün yenmeseler bile beş yıl sonra, beş yıl sonra yenmeseler bile on yıl sonra yeneceklerdir. Öleceklerini bilseler bile yeneceklerdir!
Onun için korkmuyoruz! Çünkü biz doğru olana inanıyoruz. Biz, insan ırkının birleşmesine inanıyoruz, mabetlerin taş duvarlarına değil. Biz gönüllere inanıyoruz; sevgiye, masumiyete ve şefkate inanıyoruz. Çünkü aslolan insandır, mabetler değildir. Mabetler insana hizmet etmek içindir, insan mabetlere hizmet etmek için değildir. Ve bütün mabetler insanın gönlündedir, bu gönül kafesinin içerisindedir, ötesinde berisinde değildir!
Ama onlar bizi insanlığımızdan uzaklaştırdılar. Bizi taş duvarların ve simgelerin içerisine sıkıştırdılar ve bizi buna mahkum ettiler. Biz kendimize saldırıldığında değil, o simgelere saldırıldığında onları kutsal sandık ve onlar için mücadele ettik. Oysa kutsal olan bizdik. Kutsal olan insandı, masumiyetti! İşte biz bu kutsallığı kaybettik.
Artık bu dönem bitmeli. Onların bizi sahte olan ne varsa kölesi yapmalarına; televizyonlarla, filmlerle ve sahteliklerle uyutmalarına, şatafatlı ve hiçbir zaman ulaşamayacağımız sanal hayatların esareti ve tesiri altında bırakmalarına artık dur demeliyiz. Bunun için kurtarıcılar mı bekliyoruz? Kurtarıcı biziz! Kurtarıcı insan. Kurtarıcı, bu zalimlerin zulmü altında ezilen ve buna maruz kalan hepimiziz! Biz ancak bunları durdurabiliriz.
O yüzden; bize inananlar arkamızdan yürüsün, kendine inananlar bizimle yürüsün, gerçekliğe inananlar da bu gerçekliğe tutunsun. İnançsızlığa düşmeyin, korkularınıza yenik düşmeyin, şüphelerinizin kurbanı olmayın! Bunun yegane yolu budur, başka da bir yolu yoktur.
Biz bu hareketi belli bir menfaat gözeterek değil, parçası olduğumuz insanlığı hak ettiği noktaya taşımak için başlatıyoruz. Siz de kendiniz için harekete geçecek, kendiniz için bir mücadele çemberi içerisinde bu fitili ateşleyeceksiniz. Bizim derdimiz bu devletin sahibi olmak veya zenginleşmek değil. Bu devletin başı biz olalım da demiyoruz. Sadece birileri bunu onun için düşünürken o kişi kendisi için daha fazlasını düşünmek zorundadır. Kendisi için düşünmüyorsa bile gelecek nesiller için, çocukları ve ailesi için düşünmek zorundadır. Eğer yoksa bir ailesi veya çevresi, masumiyet için, doğa için, içinde yaşayan bin bir çeşit canlı ve hayvan türü için düşünmek zorundadır. Çünkü bir bomba attıklarında sadece insanlar yok olmayacaktır; ağaçlar, kuşlar, hayvanlar, hatta hava zerrecikleri dahi yok olacaktır. O yüzden herkes mücadele etmek zorundadır. Bunun fitilini biz yaktık, hep birlikte bu meşaleyi alacak ve onu yürüteceğiz.
Çünkü bu birimizin savaşı değil, hepimizin savaşıdır. Bu, birlikte hareket etmemiz gereken bir yolculuktur. Bu ne toprak elde etmek, ne insan öldürmek, ne masumiyeti ve şefkati katletmek ne de bizden olmayanları hor görmek için çıkılmış bir yoldur. Bu, insanlık meşalesini yeryüzüne yaymak ve ona göre birlikteliğimizi sağlayarak bir ve bütün olmak için çıkılmış bir yoldur. Onların bize insan olma, birbirimize düşman olmadan insanca yaşama fırsatı vermediği bu dünyada onlara en büyük cevabımız insanlığımız olacaktır. Ya bu bilinçle hareket edecek ve bu bütünlüğün içerisinde eriyeceğiz ya da başkalarının beni olarak bensiz bir şekilde hareket edeceğiz; kimliksiz, kişiliksiz ve karaktersiz bir şekilde; inançsız, korkak, sömürülen birer varlık olarak.
Onun için Birleşik Dünya Devleti şart. Aslında bu, birleşik bir dünya devleti de değildir; bu biz olma devletidir. Güçsüz gibi görünen bizleri güçlü kılma, bizi yok etmeye çalışanlara karşı kalkan oluşturma devletidir. Biz bu devleti kuracağız, sizler katıldıkça da bir bir bu sistemleri yıkacağız. Hep beraber güçlü görünenleri güçsüzleştirecek, ekonomik güçlerimizi azaltmaya çalışan bütün sömürgenleri ortadan kaldırıp insanlığı güçlendirecek ve zenginleştireceğiz. Biz olmanın, bir olmanın, bütün olmanın gerçekliğiyle. Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Budist, Taoist, Hindu, Sih, Ateist vb. demeden, insan ırkı olarak “biz” olmanın şerefiyle. İşte Birleşik Dünya Devleti’nin düsturu, inancı ve bakış açısı budur.
Onun için biz olmanın vakti gelmiştir! İnsan olmanın vakti gelmiştir! Köleleştirmek isteyen bir avuç zümreye dur demenin vakti gelmiştir! Artık söz bizde, söz milletlerde, söz insanların bağımsızlığında; ülkelerinin sınırlarında veya ırklarında değil, artık söz birliğin gücünde!